Güneş geceyle buluştuğu ilk andan itibaren saniye saniye tonları değişen büyük bir renk armonisine bakıyordu gözleri. Oysa bunun bir göz yanılması olduğu bilimsel bir gerçekti. Işığın mucizesi gibi…
Saatler ilerledikçe ve o renk armonisi yerini karanlığa bıraktıkça, seslerin daha da netleştiğini duydu. Evrenin sesini iyice dinledi. Valeria'yı fevkalede bir şölene davet ediyordu. Ve coğrafyasını biçimlendiren o gizemli hikayelere…Keşfetmek içeriği çok geniş ve farklı bir kelimeydi onun için. Fark etmek yeterliydi.
Her şeyden çok, biriyle konuşmaya ihtiyacı olduğunu hissediyordu son günlerde.
İçinde hapsettiği gerilimin taşmasını istiyordu.
Çünkü kendi başına ancak tanı koyabiliyordu hislerine.
Birilerinin içe dokunan, güçlü, genizden gelen sesine ihtiyacı vardı en çok.
Önünde sadece karanlık, kayalıklarla dolu geniş bir alan görüyordu, yaşamının tüm acılarının yattığını görüyordu oralarda.
Hayatı karmakarışık ve öylesine düzensiz ki, kendinden nefret ediyordu, delilikle boğuşuyordu çoğu zaman.
Kafasını kaldıramıyordu yorgunluktan, patlamak üzereydi çünkü. yada
çevresinde, göğsüne yaslanıp ağlayabileceği bir dost
yoktu. Birkaç saat önce dışarı çıkıp, batmakta olan güneşin aydınlattığı ağacın, kıpırtısız yapraklarına dokundu ve buz gibi havayı çekti içine iri yudumlarla. Etraf iri büyük kayalıklarla doluydu. Burayı çok severdi Valeria. Huzuru yakalayabildiği sayılı yerlerdendi burası onun için. Hekesin tat alamayacağı farklı bir yerdi. Kayalıkların birinin üzerine oturdu yavaşça. Rüzgar siyah saçlarını savururken oldukça dalgın görünüyordu.