Göğsünü siper ettiği sorunlara rağmen, mükemmellik abidesi bedeni sonsuzluğa yürüyor; içinde bulunduğu hayatın canlılığına rağmen ruhuysa içten içe onu çürütüyor ve insanlardan uzaklaştırıyordu. Melankolik kişiliği, gidişatın değişmesine yardımcı olmuyor, dudakları neşeyle değil acıyla bükülüyordu. Yüzündeki soyutlanmışlığın kibri artarak, fiziksel olmayan bir yorgunlukla saatlerdir koştuğunun ayrımına vardı. Alacakaranlık yaklaşırken; güneş, aşağılarda uzanan ovadan tamamen çekilmişti. Yalnız arkasındaki büyük ormandan ağaçların üstüne atılmış kırmızı bir çuha gibi rüzgârla hafif hafif kımıldıyordu. Biraz sonra ise, büsbütün ortadan kayboldu. İşte o anda her şey değişmeye başlamıştı. Şimdiye kadar yaşayan, kımıldayan, ses çıkaran ova artık ölüydü ve bembeyaz, ince bir sisle örtülmeye başlamıştı. Buna karşılık orman canlanıyordu. Sabahtan beri ancak mırıltıları duyulabilen ağaçlar konuşuyor, bağırıyor, sallanıyor ve ellerini birbirine uzatıyordu. Yalnız, ağaçlar değil; yerdeki otlar, kuru yapraklar, çalılar, ağaçların gövdesine sarılan sarmaşık soyundan bitkiler, hatta kahverengi mantarlarla koyu yeşil yosunlar bile canlanmıştı. Mavi gözlerinin alabildiği her alana bakan genç büyücü, ayaklarının altındaki nemli toprağın kokusunu burun deliklerine doldururken fazla zaman kaybetmemek için yoluna devam etmeyi seçti. Önünde uzanan büyük dağlar, şekilsiz bir yığından ibaretti. Uzaktan bakmak dahi onun sinirlerini bozuyordu. İnce ayrıntılara takılan gözleri, kuşkulu bir şekilde ilerlemeye devam etti.
Beyaz gömleğinin altına giydiği siyah pantolonu ile uyum içerisinde olan siyah kravatını çekiştirdi ince parmaklarıyla. Saçları; her zamankisi gibi özenle havaya dikilmiş gibi duruyordu. Kafasında duran fötr şapka, burnuna kadar iniyordu. Bu yüzden ince parmaklarıyla hafiften şapkanın önünü aşağı doğru eğerek gözlerinin kapanmasını sağladı. Ayakkabıları, taş zemine değdikçe çıkan ses boş sokağı dolduruyordu. Zekî çehresi hiç olmadığı kadar boştu. Kafasını aşağı eğmiş sıra sıra dizilmiş dükkânları geçerken durdu. Yeşil, yumuşak çimenlerin üzerine oturmuş gözlerinden birbiri ardı sıra yuvarlanan gözyaşları arasından ona bakan yaşlı kadını fark etti. Oturduğu yerdeki çimenlerin sarı, yeşil parıltısı karanlıkta gözleri kamaştırıyordu. Gerideki bahçe duvarını gözden saklayan mor leylaklardan etrafa hafif, serin bir koku yayılıyordu. Bu, kan kokusunu bile dizginleyecek düzeydeydi. Hızını yavaşlatacak etkenlere takılıp kalmak istemiyordu artık. Tüm konsantrasyonunu Dietricha’ya verdi. Yıllardır görmediği kadınını görecekti. Eski karısı. İçinde buruklaşan acı, yüz ifadesine de yansıyordu. Bedenine çarpan sert rüzgâra karşı direnmeden kendisini alıp, götürmesine izin veriyordu. Karanlıkta parlayan beyaz teni, ay gibi güneşten ışığı yansıtıyor gibiydi. Bütün bedeni sessizliğe gömülmüş olduğu için huzurluydu şu durumda. Çekici bir şekilde açılıp kapanan göz kapaklarının altındaki mor halkalar, her zamankisi gibi aynı yerinde duruyordu. Özgür ruhu, mavi gözleriyle daha da açılıyordu. Ciğerlerine dolan oksijeni hissettiğinde, değersiz bir şeymişçesine tekrar dışarıya sürükledi. Çevresinde insanların olmaması beklenmedik bir şeydi. Genelde buraların işlek caddeler olduğunu sanırdı. Titreyen dudakları, kısılan gözleriyle beraber büzülmeye başladı. Karşısında duran dükkâna baktı. Mektupta tarif edilen yer burası olmalıydı. Birkaç saniye içerisinde kasılıp tekrar gevşeyen kasları, cesaretinin tekrar geldiğinin göstergesiydi. Hızlanan adımları, bedenini, gözüne kestirdiği dükkâna doğru sürüklüyordu. Dizginlemeye çalıştığı heyecanı, onu yiyip bitiriyordu. Bir insanın duyguları bir vampirin duygularından daha çabuk değişir sözünü hatırladıkça heyecanı gittikçe azalıyordu. Dietricha’nın duygularından eser kalmadığına emindi. Yine o otoriter ve sinsi yüz ifadesiyle oturacaktı karşısında. Ve tabî, bu da Irving’i üzecekti elinde olmadan. Boş beyinli olduğu için kendisinden nefret ediyordu. Hayallerindeki buluşma, şimdi gerçekleşiyordu ama onun tek yaptığı kendisini kötülemekti. Bu yüzden bu ifadeden bir an önce uzaklaşmak zorundaydı. Giydiği gömlek kadar beyaz vücudu her zamankisinden daha çekici bir hâldeydi şimdi. Elinde olmadan elde ettiği üstünlükten hiçbir zaman şikayet etmedi. Her zaman bunu kabullendi. Zihnindeki düşünceleri boşaltmak istercesine dükkânın kapısını araladı. Sonrasında ise, bedenini kapıdan içeriye soktu. Etrafına bakındığın bazı gözlerin üzerinde olduğunu fark etti. Ki zaten içerideki kişi sayısı onu geçmezdi. Dükkânın en sonunda bulunan karanlık masaya geçti. Sırtı, kapıya dönük bir şekilde oturdu ki; böylece, Dietricha onun kim olduğunu yanına geldiğinde anlayacaktı. Uzaktan sadece aileden birisi olarak görecekti. Sandalyeye iyice yerleşerek derin bir nefes aldı. İçerisinin sıcaklığı bedenini kaplarken keskin gözleri, şapkanın altından kadının gelmesini bekliyordu.