James H.Strong Uçuş Profesörü&Ravenclaw B.S.
Mesaj Sayısı : 330 Kayıt tarihi : 02/09/08 Rp Partneri : xx Kısa İlişkiler Adamı olsa da Nerissa Malfoy xx Rp Yaşı : Ölüm Yiyen Gerçek İsmi : Ayyaş Tilki Ruh Hali :
Bilgilerim Rp Puanı: (100/100) Tarafı: Ölüm Yiyen
| Konu: #James Strong Cuma 06 Kas. 2009, 21:52 | |
| Yağmur bulutları mavi gökyüzünün egemenliğini sürmekteydi o Pazar günü. Neşeli günden ve parlak güneşten eser kalmamıştı, beyaz bulutların arasından gözüken bebek mavisi gökyüzünün yerini bunaltıcı gri yağmur bulutları almıştı. Islak zemine düşen yağmur damlaları pürüzlü yol üzerinde kendine yol çiziyordu. Rüzgar şiddetli değildi, nitekim soğuktu. Yolda yürüyen insanlar üstlerindekilere daha sıkı sarıldılar, sadece biraz daha korunabilme umuduyla...
Çiseleyen yağmur bir deri bir kemik kalmış yaşlı adam için acı vericiydi. İnceden inceye yağan yağmurun derisiyle teması sivri uçlu bıçaklar gibi can yakıyordu.Yine de onca zamandır yaşadığı onca manevi acıya karşı o an hissettikleri hiçbir şeydi. Bedeni zaman aşınımıyla zayıf ve içler acısı bir hale gelmiş olabilirdi ama bu dayanıksız kabuk içerisinde bir savaşçının kalbi atıyordu. Hiçbir su damlası söndüremezdi o mangal yüreği. Dış görünüşe aldanabilecek yüzeysel insanlar için bir çöpten başka bir şey değildi belki ama tek bir kin ya da merhamet duygusu ölümlerine sebep olabilirdi. İliklere işleyen soğuğa kayıtsız kalmaya zorladı kendini ve ıslak zeminde yere temassızcasına yürüyüp eski püskü kapının önüne kadar ilerledi. Kalın ama aşınmış halatlarla demir sopaya tutturulmuş ahşap tabelayı inceledi keskin gözleri. Eski ahşaba oyulmuş ad üzerinde gezdi aynı buz mavisi gözler; "Darağacı"
Seni ihtiyar bunak... diye mırıldandı çatallı sesiyle ihtiyar ve ciğerlerini zorlayan kısık bir kahkaha patlattı. Buranın sahibini bilirdi, savaştan önce de tanışıyorlardı. Şapşal herif hiç bir zaman iyi bir dinleyici olamamıştı zaten. Kulakları ağır işitirdi, bu yüzden her şeyi bağırarak söyleme gibi rahatsız edici bir huyu vardı. Buraya bu adı verirken de düşündükleri bu değildi. Tabelayı ilk astırdığı zaman daha dün gibiydi. Barın sahibi uzun bir isim seçme merasiminden sonra-ki bu gerçekten uzun sürmüştü- sonunda bir isim seçmişti. Ama aptal herif adı yanlış söylediğinden barın adı darağacı olarak kalmıştı. Aslında şans eseri yerleşen bu isim bara çok uyuyordu. Bar Londra'nın en tenha yerleşimlerinden biri olan "Visitors Street" adında bir yerdeydi, bolca dar sokağı ve kötü niyetli ayyaşı barındıran envai çeşit insanı kapsayan sevimsiz bir yer. Bar geçen akşamdan kalma yaraları taşıyordu, kapı menteşeleri alınan bir darbe sebebiyle zarar görmüş, ahşap bir sütun kapı önüne devrilmişti. İnsanlardan da mahrumdu mahmur bar,ezilmekten korkan hamamböcekleri gibi saklanmışlardı bir yerlere. Gölgeler arasında birkaç yüz kendini belli etmeden etrafı kolaçan ediyordu. Her elde bir bardak alkol ve diğerinde gerilen parmaklar arasında bir bıçak ya da benzeri bir korunma aracı vardı. Sadece iri peygamberdeveleri sarhoş olup kendilerini gösterir ardından da kaçınılmaz kavgalardan paylarını alıp evlere dağılırlardı. Bu onlar için stres atma eğlencesinden başka bir şey değildi, tabi kimse onlardan sonra etrafı toplayan ve yenileme işlemlerinin parasını ödeyen bar sahiplerini umursamazdı. Yaşlı adam ince dudakları arasından gülümseyip kendisine bol gelen cüppesinin kapüşonuyla gözlerini örttü. Şimdi dünya onun ürkütücü gözlerini görmezken kendini daha güvenli hissedecekti, tabi bu hemen arkasındaki erozyon toprakları gibi çatlamış yüz hatlarının arasındaki mavi gözler tarafından izlenmedikleri anlamına gelmiyordu.
İhtiyar temkinli adımlarla içeri girdiğinde kendinden geçmiş birkaç sarhoş açık saçık bir şarkı söylüyordu bağıra bağıra. Hanımefendi sayılmayacak garson bayanlar artık her gece bunları çekmekten bıkmış ama alışmış biçimde kendiişlerine bakıyordu. Kızıl kıvırcık saçlı olan ufak tefek bir kadın tezgâhtaki inatçı lekeyi çıkarmaya çalışırken fark etti bu ilginç yaşlı adamı. Soluk teni daha da soluklaştı, bu da burnuna uzanan çilleri daha belirgin kıldı. Yaşlı adamın kim olduğunu biliyordu ve maalesef niye geldiğini de biliyordu. Umutsuzca diğer müşterilere baktı, onlar gibi hiç bir şeyden habersiz olmayı ne de çok isterdi! Korseli dar elbisesini çekiştirip düzeltti aceleyle ve ayyaşların yanından geçen yaşlı adama ilerledi. Her adımında ayaklarına uyguladığı ağırlığı inceledi bilge adam. Kadının yürüyüşünde bile göze güzel gelen bir asalet vardı. Alev rengi saçları her hareketinde yanaklarını yalayıp geçiyor, adeta dans ediyordu bukleleri. Yaşlı adam bu küçüğü ne kadar sevdiğini unutmuştu. Barda güzel olan tek şey oydu. Yaşlı adamın aklından bunlar geçerken Kylie'nin aklından geçenler daha sıkıntılıydı. Ayyaşlar mugglelaredan oluştuğundan sorun çıkarabilirlerdi, özellikle de acayip giyinişli adamlar için. Bu yüzden bu buruşuk cüppeli adam buraya ne zaman gelse beraberinde sorun getirirdi. Aklından geçen sorun aniden baş gösterdi. Kylie tam adama yaklaşmış, merhabalaşmak için ince kemikli ellerinden birini sıkacaktı ki iri yarı,adaleli adamın biri aralarına girdi.Kirli sakalı boynuna kadar uzanıyor,uzun yağlı saçları gözlerinin önüne kadar düşüyordu. Aynı aptal Vikingler gibiydi, tek fark elinde savaş baltası yerine bir maşrapa vardı; "Heey payılçço!"diye güldü eksik dişleriyle. Neredeyse adamın iki katı kadardı, bir kolu yaşlı adamın belinden kalındı. Adam kanına karışan alkolün etkisiyle yarım yamalak konuşuyordu. "Ellbiseyi nereden aldın,yaşlı bir kadını mı soyydun?" Barı hakimiyetine alan bir kahkaha sesi boğdu ortamı. Aynı gelmeden önce başlayan yağmurla beraber gümbürdeyen gök gürültüsü gibiydi,sadece daha sinir bozucu... Kylie gözlerini kocaman açmış yalvarırcasına yaşlı adama bakıyordu. Bu sessizliği fırsat bilen ayyaş esprilerine devam etti; "Yoksa sen sokak soytarıla'ından mıssın?Hani kulaktan bozuk parra çıkaranla'dan falan?Benim için kula'mdan bir mannken çıka'sana??" "Dikkat et Paul,yoksa seni cehenneme yollayabilir!" Ve kahkahalar, kahkahalar... Ruha işlenen alay çığlıkları... Yaşlı ve merhametsiz adamın içinde büyüyen öfke dalgası iyice kabarmıştı.Yine de sevgili Kylie'si için bir harekette bulunmadı,buradaki herkesi harbiden cehenneme yollayabilecekken! Kapüşonunu indirdi yavaşça başından ve gözlerini iki katı kadar olan adama dikti. Adamın yüzündeki kendini bilmez gülümseme yavaş yavaş kaybolurken onu korkutmanın verdiği zevkle izledi. Siz kendini bilmez beyefendilerin, tabi kendinizi hala böyle adlandırabiliyorsanız, yapabileceği en tehlikeli şeylerden birini yapmaktasınız, nitekim güçsüz görünen bu bedenini içinde öyle bir güç yatıyor ki onu gerçekten görsen seni öldürmek için ağlayarak ayaklarıma kapanırsın. O zaman senin o değerli alaylarının konusu olmaktan çıkarım ve seni işe yaramaz bir böcekmişçesine topuğumla ezerim. Bu yüzden baylar, yolumdan çekilin, ya da çekilmeyin ben de zevkle etlerinizi yeni öldürülmüş bir dana gibi kemiklerinizden sıyırayım. Sözlerinde herhangi bir tehdit yoktu, hatta ses tonu o kadar gerçekçi ve saftı ki, adam bir adım geri çekildi. Kylie usanmış ve endişeli bir bakış attı aniden sessizleşmiş kalabalığa. En azından kavga çıkmamıştı ve o buna bile minnettardı. Yaşlı adamın koluna girdi gözlerini kalabalıktan ayırmadan Gidelim baba. Aksaya aksaya ilerledi yaşlı adam. Ta ki zemin kata inen merdivenden inip bodrumda tek başına oturan adamın karşısına gelene kadar. Oda bina ile oldukça uyumluydu. Duvarlarındaki iri çatlaklar nerden geldiği bilinmeyen ince suyollarıyla lekelenmişti. Alçak tavan buranın zamanında kiler olarak kullanıldığının göstergesiydi, o da duvarlar gibi yosun tutmuştu. Ayriyetten odayı hapseden ve ciğerlere eziyet eden bir nem kokusu duyuluyordu. Kylie bu kokuya karşı burnunu buruştururken yaşlı adam ağır kokuyu dayanıksız ciğerlerine çekti büyük bir nefesle. Onun hassas burnu daha beterlerine tanık olmuştu. Gözleri ise, karanlıkta dahi ölüm vaat eden gözleri, karşısındaki siluete kitlenmişti. Yüzü karanlıkta görünmüyordu ama gölgelerin yüz hatlarına vurduğu kadarıyla genç biriydi. Karanlık odanın en karanlığına kapatmıştı kendini. Ellerinden biri oturduğu demode koltuğun korkuluklarında- gevşekçe durmakta, diğeriyse hemen çenesinin altında destek görevinde durmaktaydı. Kylie odaya ilk indiğinden bu genç adamın niye Bilge Clementores’i, yani bunca şey görmüş babasının, onca yolu kat edip gelmesine değdiğini düşünmüştü. İçten içe insani bir kıskançlık hissetti. O ölse dahi babası onu görmeye gelmezdi... Clementores zemin kata inmeden önce baston niyetine kaptığı meşe dalına dayanıp önünde kendi kişiliğinden ödün vermeden dimdik durdu ve çenesini düşünceli düşünceli kaşıyan adama baktı saygıyla. Tam o anda genç adamın eli daha önce fark edilemeyen ipe kaydı ve neredeyse Clementores’in adımıyla yarışırcasına aynı zamanda vasfını gördü. Tavandaki küçük ışık aydınlandı ve karanlığı geri çekilmeye zorladı. Yeşil gözlü adamın tavrındaki rahatlık Kylie'i ürkütse de Clementores'i sadece güldürdü; Merhaba James, uzun zaman olmuştu.
Işık genç adamın yüz hatlarında oynaşıyordu. Çarpık, aşağılayıcı gülümsemesi gözlerindeki pırıltıyla oldukça uyumluydu. Yeni uyandığını belli eder gibiydi saçları, karmaşık ve özensiz. Buna rağmen görünüşünde insanı hem cezp etmeye hem de geri çekilmeye zorlayan bir şeyler vardı. Üstelik karşısındakinin gücünün farkında olmasına rağmen oturuşundaki rahatlık özgüvenini açıkça dile getiriyordu. Işığı açmakta kullandığı gri ipi tutan parmakları gevşeyip James'in çenesi altında yer aldı eli. Duruşu, bakışı, salaş görüntüsü, kısaca her şeyiyle kim olduğunu anlatıyordu kelimeleri kullanma gereği duymadan. “Clem.” dedi kısaca. Sesi ne genzini temizler gibi kalın ne de bir kadınınki kadar inceydi. Hatta o kadar temiz bir ses tonu ve tatlı bir aksanı vardı ki Kylie tekrar konuşması için yalvaracaktı. Parlak zeytin yeşili gözler Clementores üzerinde kısaca gezdikten sonra genç kıza kaydı. Kylie hafiften kızardığını hissetti, utangaçlığı yanaklarına yansımıştı. Gözlerini kaçırdığında James de tekrar Clementores'e dönmüştü. Tavandan sızan bir su damlası siyah ayakkabılarının hemen yanına damladı. “Adımı hala hatırlıyor olmana sevindim genç adam.” dedi Clementores kibir akan vurgularla aşağılar gibi James'i incelerken. James başıyla abartılı bir selam verdi. “Nasıl unutabilirim ki,"efendim."” O an James Clementores'i tam anlamıyla bir göz hapsine maruz bırakmıştı. Clementores'in çatlak yüz hatları biraz daha çarpıldı son kelimeyle. Kelime kast edildiği şekilde kullanılmamıştı, daha çok alay eder gibiydi. Bakışları buz gibiydi artık ihtiyarın. Olaylardan uzak olan Kylie aralarında ne olduğunu deli gibi merak ediyordu. Muhtemelen Clementores orta yaşı geçtiğinde bile James daha doğmamıştı. Öyleyse nasıl tanışmış olabilirlerdi? Göz ucuyla babasına baktığında bir deri bir kemik kalmış elinin yumruk halini aldığını fark etti. Nefesini tuttuğunun da o an farkına varmıştı. Clementores titrek sesine rağmen ürkütücü görünüyordu. “Senin bu yaptığına saygısızlık derler, evlat. Sana gösterdiğim onca emeğe rağmen yüzümü kara çıkardığının farkındasındır umarım!” James güçlü elleriyle sandalye korkuluklarından destek alarak doğruldu. Işıkla daha belirginleştiğinde kıyafetleri daha seçilebilir hale gelmişti. Beyaz gömleği günlerdir giyilmenin ve maruz kaldığı kötü koşulların etkisiyle soluk gri rengini almıştı. Boynundaki kravat daha belirgindi buna rağmen. Siyah kravat bağlanmamış, gelişigüzel atılıvermişti boynuna. Üstünde de altın renkli bir arma vardı. Kylie gözlerini kısıp ne olduğunu anlamaya çalıştı. Bir tilki deseniydi. James kafa tutar gibi yaklaştı yavaşça. O da yaklaştıkça derisini dağlayan soğuğu hissedebiliyordu. Bir süre sonra durdu ve gülerek yere baktı. “Yüzünü kara çıkarmak deyimin şaklabanlıklarının önüne geçmek anlamına geliyorsa,evet, pekiyi bir öğrenci olmadım.” Clementores’in bilgeliği ve sonsuz sabrı bile bu raddeden sonra tükeniyordu. Geldiğinde James’in kibrini bir böceğin kafa tutmasına benzetse de artık geliş sebebinin gerçek olma ihtimali korkunç derecede inandırıcı gelmeye başlamıştı.
O an ortama yoğun bir sessizlik hâkim oldu. Sessizliğin bu koşullarda daha uzun sürmesi beklenirken tavernanın hayat dolu üst katında gürültülü şarkılar ve eğlence yeniden başladı. Belli ki Clementores’in etkisi geçmişti. Bir adamın, anlaşılan iri yarı bir adamdı, düşüşü tavandan çıkan tok ses ile iletildi bodrum katı sakinlerine. Clementores’in kanı donduracak derinlikteki bakışı tavandan yine genç adama yöneldi. Tüm büyüsünü kullanmıyordu şu anda ona karşı, ama yaklaşmaması için bir kalkan büyüsü kullanıyor olmasına karşın James fazla yakında duruyordu. Derisi milyonlarca etçil karıncanın saldırısına uğramış gibi karıncalanıyor olmalıydı. Hiçbir şey olmuyor gibi karşısındaki dikilmesini takdir etse de bunu yüz hatlarında belli ederek gururlanmasını engelledi. James yüzündeki kendini beğenmiş tavrı korumaya çalışsa da gülümsemesine dikkatli bakıldığında acı çekiyor gibiydi. Sanki ayakta durmak için kendini zorluyordu. James odaya girdiklerinden beri ilk defa Clementores’in bakışlarından etkilenmişçesine tökezledi, ama anında yerini korudu. Kylie bu ikisi arasında geçen bakışmanın özünü öğrenmek için çıldırıyor olmasına karşın ağzını açıp bir şey söyleyemiyordu. Sebebinin korku olduğu açıkça belliydi ama babası olan adamdan mı yoksa bu yeni yabancıdan mı olduğunu anlamak güçtü. Yukarıdaki yaygaraya rağmen odada hala bir sessizlik geçerliydi. İkisi de birbirlerine bakıyordu bakışma yarışması yapar gibi. Konuşuyor gibi görünüyorlardı ama bu muhabbet herhangi sesli bir kelimeyi içermiyordu. Bu sırada Clementores içten içe kuduruyordu. Nitekim yüz hatları bunun aksini bellemişçesine soğuk ve duygusuzdu. Onun da gözü yapay ışık altında bile gururla parlayan armaya kaymıştı ama o başka bir yöne bakmanın aksine armaya dik dik, gözünü dahi kırpmadan bakıyordu. “Bu armaya layık değilsin sen.” diye tısladı. James rahat görünen bir adımla daha yaklaşıp bir şey söylemeye yeltendiği sırada Kylie yavaş yavaş yüzünün yanmaya başladığını hissetti. Bu sefer yüzünü al al yapan utangaçlığı değil öfkesiydi. “Biriniz bana burada ne olduğunu açıklayabilir mi?” dedi yoğun bir öfkeyle. İki baş da kendisine doğru döndü. İkisi de güçlü büyücüler olabilirlerdi ama kesin bir kanun vardı onların da bildiği, bir kadının gazabından her zaman kork! James yine Kylie' ye baktı. Bu sefer ona bir fazlalık gibi değil de orada olmasının bir lütuf olduğunu anlatmak ister gibi bakıyordu. Kylie ister istemez öfkesinden arınıp arzuyla titredi. Gözlerini bu saygısız ama karizmatik adamdan ayıramıyordu. O karşındayken nefes almak bile daha zor bir hale gelmişti. Kylie pembe, histerik dünyasına kapılmışken James Clementores’e şeytani bir bakış atıp Kylie’ ye yaklaştı. Clementores’in gözlerinde yakaladığı bir duyguyu kullanmaya karar vermişti, tereddüt. Ondan uzaklaşıp Kylie’ ye yaklaşırken üzerindeki can yakan baskıdan kurtulduğunda rahatlar gibi oldu. Ancak Kylie dışında bu odadaki iki adam da hislerini gizlemekte uzmandı. Kylie’ninse o an içinde boğulduğu o arzu duygusu uzaktan hissedilebiliyordu bile. Yaklaştıkça Kylie’nin uzun kirpiklerinin ardındaki heyecanlı gözleri daha belirginleşmişti. James yansımasını o ceviz kabuğu rengindeki genç gözlerde görene kadar adımlamayı kesmedi. “Babanın sana anlatmadığı çok şey var Kylie. Onun geçmişi ile benimki fazla uzak olmayan bir zaman diliminde kesişiyor.” Yine o hafifletici gülümsemesi yerini aldı kusursuz yüz hatlarında. Kylie midesinin takla attığını hissetti. James o an istediği her şeyin önünde yer etmişti. Adam elleriyle bağlanmamış kravatın uçlarından tuttu ve Kylie’nin etrafında yürümeye başladı. Kylie başını çevirip ona bakmamak için kendini zor zapt ediyordu. James kızın tam arkasına geçtiğinde Clementores’e iğneleyici bir bakış attı. Clementores tüm yaptıklarının sebebini anlayabilecek derecede ileri görüşlüydü, işte bu yüzden konuşmaya katılmıyordu. Kabul edemese de konu Kylie ve geçmiş sırları açığa vurmak olduğunda eli kolu bağlıydı. En azından birazdan sırlar kısmı açığa çıkacaktı. Bilge kişi duygusuz bir edayla düşündü. Şimdi Kylie’yi rahat bırakması için bir harekette bulunsa bir zaafını açığa vuracaktı ki James’in asıl istediği de buydu. Clementores’in kuru bir ağaç gövdesi gibi hareketsiz durduğunu görünce James ellerini Kylie’nin çıplak omzuna koyup bukleleri arasından kulağına yaklaştı. Soğuk ellerinin ateş basmış tenine değmesiyle Kylie ürperdi. James onu tam anlamıyla nefessiz bırakmıştı. “Ben daha küçük bir çocukken” dedi James, “İskoçya’da, bir öğretmenim vardı, senin baban.” İskoçya kelimesine yaptığı vurgunun bir değeri olmamasına rağmen heyecanlandırdı onu. James ellerini çekip Kylie’nin gözlerindeki etkiyi görebilmek için önüne geçtikten sonra hüzünlü bir alaycılıkla ekledi.
“Ve doğmamış bir erkek kardeşim vardı, babasının öğretmenim olduğu.” *Öhöm, bitiremedim henüz ondan yarım kaldı^^ Yazılar kayıksa k.b,copy+peste sonucu... | |
|
Daniel Jacob Black Karanlık Lord
Mesaj Sayısı : 982 Kayıt tarihi : 25/07/08 Rp Yaşı : 27 Gerçek İsmi : Berker Ruh Hali :
Bilgilerim Rp Puanı: (100/100) Tarafı: Ölüm Yiyen
| Konu: Geri: #James Strong C.tesi 07 Kas. 2009, 15:41 | |
| Ben bunu daha önce okumuş ve yorum yapmıştım. Selün sen benim değerlendirmemi biliyorsun. 100/100 | |
|