" ... Gereksiz bir çırpınış benimkisi. Sonucunu bildiğim bir şeyi inkar etmek belki de... Ama olmamalı! Aşk, şimdi gelmemeli. Gelse de onunla değil.
En olmaz kişiye aşık oldum. Düşmanım ve babamın katilİ... Yine de karanlığın sonundaki ışığı görür gibi heyecanlıyım, onu düşündüğümde. Olmamalı , asla olmamalı... "
Aşkın tarifini sorduklarında başına hiç gelmediğinden bilmediğini söylerdi. Ama şimdi O'nu gördüğünde yuvasından çıkacak bir kalp ile tanımlıyor aşkı. Oturduğu deri sandalyeye yaslanmış, durmak bilmeden yazmıştı kara kaplı defterine. Yazarak unutacağını sanmış, aldanmıştı. Unutmak yerine daha da bağlanmıştı. Aklı aşkını hiçe saymasını söylerken, kalbi tamamen ters bir düşünceyi savunuyordu. İmkansızlığa geçerli sebepler üretiyordu. Hava buz gibi soğuktu. Üzerinde ise tül geceliğinden başka bir şey yoktu. İçindeki yangının sönmesi umuduyla balkona çıkmıştı öğleden sonra. Şimdi ise güneş doğuyordu üzerine. Gözlerinin altında mor halkalar oluşmuştu. Pürüzsüz yüzünü, korku filmlerindeki insanlarla değiştirmiş gibiydi. Yazmaktan içine gömülmüş parmağına baktığında durması gerektiğini anladı ve düşünmeye başladı. Düşünmek de yazmak da yeterli değildi. Bu tarifi olmayan şey onu içine almayı başarmıştı.
" Hasta olmadan önce odana gir ve güzel bir uyku çek bebeğim! "
Ablasının sıcacık eli, çok uzun süredir üşüyen bedenine değdiğinde irkildi. Söylediklerini ise dinlememiş, duymuştu sadece. Ancak irkilmesi bunu bir kenara bırakması gerektiğini hatırlatmıştı. Harekete geçmesi gereken bir zamanı, orada oturarak kısaltıyordu. Farkına varmak istemese de intikam arzusu damarlarında dolaşıyordu, aşık olduğu adama karşı olsa bile. Babasını, canından çok sevdiğini babasını öldürmüştü o adam. En acı yolla ve işkence ederek yapmıştı bunu. Aklının bir köşesinde zorla yapma ihtimali vardı ve belki istememiştir diye düşünüyordu ama bunları düşünmek istemiyor, mümkün olduğunca konunun olduğu yerlerden uzak durmaya çalışıyordu. En kötüsü yolları bir gün kesişecekti ve o anda onu öldürebilirdi. Bunu düşündüğünde kendine hakim olamıyor ve titreme nöbetine giriyordu. Yine de alıştırması gerekiyordu kendini buna. Güç olacağını bilse de kalbine yaptırmalıydı o anın provasını...
***
" Abla, biraz daha zorla gezdirirsen düşüp bayılacağım. Bari bir fincan çay içelim! "
Günlerdir odasından çıkmayan küçük kızı odasından çıkarmak, ablasına verilmiş bir görevdi.Dionysa, bu zor görevi başarıyla halletmek istiyordu. Başarmasına da az kaldığına inanıyordu. Depresif tavrına alışık olunmayan, etrafına gülücük saçmaktan başka bir şey yapmayan başarılı ve eğlenceli kız kardeşini uçurumun kenarından çekip almalıydı, kurtarmalıydı biriciğini. En sevdiği şeyleri bile yaptırırken, Lysandra'nın bunlara tepki vermemesi olayın zorluğunu kavratmıştı Dionysia'ya. Ancak aradan geçen süre zarfında genç kızda değişiklik gözlenmeye başladığında, sıkıca sarılmıştı görevine. Yüzünde gülücük olmasa da tebessüm beliren Lysandra ise sadece babasının ölümünden etkilenmediğini kimseye söyleyemiyordu.
Bir muggle mahallesinde oturuyor olmanın verdiği rahatlık içindeydi Lysandra. Çünkü büyücü mahallesinde olsalardı yaşayacakları bundan farklı olacaktı. Büyücü alemince sevilen bir adamdı Peter. Ölümü geniş yankı yapmış ve bu sebeple ailenin muggle mahallesindeki evlerine dönmeleri gerekmişti. Olaydan ise en çok etkilenen küçük kızı olmuştu. Sebepsiz ve aniden gelen ölüm, en sevdiğini söküp almıştı hayatından. Toparlanması zaman almıştı ki intikam arzusu ile yanıp tutuşmaya başlamıştı ardından. Takip etmişti Eragon'u. Günlerce, haftalarca izlemiş ve onu öldüreceğini hayal etmişti. Kendini o günü düşündürerek rahatlatıyordu. Sonra aniden karşısına çıkmıştı Eragon. Beklemediği bir anda, arkadaşı olmuştu. Telefonlaşıyorlar ve iyiden iyiye yakınlaşıyorlardı. Yüz yüze görüştükleri ikinci gün ise olması gerekenden fazla yakınlaşmışlardı ve o an anlamıştı iyi biri olduğunu. Bir insanı kıracak zerre kadar özellik yoktu Eragon'da. Aklının almadığı tek konu ise katil oluşuydu. Onun gibi bir insan nasıl olurda birini öldürebilirdi? İşte bu sebepten zorla yapmış olma olasılığı cazip geliyordu. Düşünmek istemese bile gün geçtikçe çoğalan aşkı, esir aldığında kalbinin tamamını görüş gününün yeniden gelmesini istiyordu. Soracağı soruları aklına getirmeden, o günü bekliyordu.
" Dalıp gittin yine. Şaşkınım tabi ki çay içebiliriz. Yeter ki bir şeyler yapmak iste. "
Dalıp gitmek... Ablasının anlama ihtimalinin olmadığı bir konuda atıp tutması hiç hoşuna gitmezdi Lysandra'nın ve yine aynı şeyi yapıyordu. Ne düşündüğünü, neden bu halde olduğunu anlayan hiç kimse yoktu ki bunu sadece bilenler anlardı. Konuşmadı bu yüzden de. Sesini çıkaramadan, ilk kez Jacob ile buluştukları cafeye doğru yürüdü. Ablasının istekli olduğunu görüp peşinden gelmesine ise için için gülüyordu. Kalbi heyecandan hızlanmıştı. Onu yeniden görüp göremeyeceğini bilmiyordu ve görmek istiyordu da. Kısa bir süre sonra da varmışlardı cafeye. Ancak içeri giremiyorlardı. Çünkü bu küçücük cafenin önünde izdiham oluşmuştu ve az sonra gelen polisler yolu kapatmıştı. Ne olduğunu anlamasa da böyle olayları hep merak etmişti Lysandra. Kalbi de kalmasını söylüyordu bir şekilde. Bu sayede eli, ablasının elinde olup biteni anlamaya çalışıyordu. Kalbi ise gittikçe hızlanıyordu. Gelen ambulans ile yaralı olduğunu tahmin ediyordu ki son dedikodular içeride birinin öldüğü yönündeydi. Geçen yarım saat boyunca insanlar uğultu halinde konuşuyor ve kalabalığı arttırıyorlardı. Başının ağrımaya başladığını hissediyordu Lysandra. Bu yüzden de kenarda bir bank bulup oturdu, olup biteni izleyeceği en iyi yer olduğunu bilmeden. Bu bank cafenin kapısını direk görüyordu ve az sonra sedye ile biri çıkarıldı cafeden. Gördüğü tablo karşısında şaşkındı ve ne gördüğünü idrak edememiş gibi kalkıp ambulansın yanına doğru koştu. Gördüğü gerçekti. Kendine itiraf etmekten kaçındığı, hep bir adım uzakta durmaya çalıştığı aşkı, sevgilisi o sedyede yatıyordu. Durumunun nasıl olduğunu bilmeden, onu öylece seyretmekten başka yapacak bir şeyi yoktu. Ambulanstaki doktorun " Hastayı kaybettik... " demesiyle herşey flu oldu. Yavaş adımlarla sevgilisinin yanına gitti. Onun hala sıcak olan elini tuttu. Gözlerinden boşalan yaşlara ve polislerin ikazlarına aldırmadan onu öptü.
" Güle güle sevgilim. Sevgimin boyutunu bilmeden öldün. Babamdan sonra kendini de aldın benden. Güle güle... "
DEVAMI SONRA...