Hava soğuk. Oldukça soğuk. Trenin buğulanan camına adımı yazıyorum.Yanına da kalp koyayım ki öyle sade sade durmasın adım.Yanıma bir adam oturuyor. Yakışıklı bir adam…
Giyimi de iyiymiş. Bana baktığını fark ettiğimde kafamı çeviriyorum. O salakça yanaklarım kızarıp hemen utandığımı belli ediyor. O ise gayet samimi ve nazik “Merhaba” diyerek gülümsüyor. Utangaç bir tavırla “ Selam “ diyerek elini sıkıyorum. Tokalaştıktan sonra birkaç saniye elele kalıyoruz. Durumu hemen fark ediyorum ve elimi çekip kafamı cama dayayıp manzarayı izlemeye çalışıyorum. Gülümsemesi soluyor. Sonra tekrar gülümseyip “ Demek adın Jordane “ diyor. Şaşırıyorum. Tanrı aşkına bu adam adımı nerden biliyor diye soruyorum kendime. Boş boş onun yüzüne bakıyorum. Çenesiyle camı işaret ediyor.
“ Ha..O..Şey..Ev…Evet a..adım Jordane “ diyorum kekeleyerek.
“ Jared “ diyor.
“ Tanıştığıma memnun oldum.” diyorum ve kestirip atıyorum. Tanrı aşkına bu adamdan hoşlanıyordum. Ama asla olmazdı. Benim gibi inek birisine bu asla yakışmazdı. Ve… Bu adam çok yakışıklıydı. Benden hoşlanması ihtimali bile yoktu. “ Nereye yolculuk ediyorsun?”
diyor. “Hogwarts’ a gidiyorum. Ben..Şifacı olmak istiyorum da…“ diyorum. “Demek şifacılık… Büyücüleri kurtarmayı seviyor olmalısın.” diyor. “Evet. Seviyorum. “ diyorum ve dayanamayıp “ Sen ne iş yapıyorsun ?” diye soruyorum.” Benim ne iş yaptığımı bilmek istemezsin…Çok , çok kirli işler “ diyor ve gülüyor.
Hiçbir anlam veremiyorum. Gülümsemekle yetiniyorum. Ciddileşiyor ve bana erkek arkadaşımın olup olmadığını soruyor. Bu soru karşısında oldukça şaşırıyorum. “ Ha…Hayır. Erkek arkadaşım yok.” diyorum diyebildiğim kadar… Gülümsüyor. Ama bu seferki daha farklı. Savaşı kazanan küçük bir asker gibi. Gözleri ışıl ışıl gülüyor. Bu biçim gülmesi hoşuma gidiyor. Bende ona gülüyorum gözlerinin içine bakarak. Elimi tutuyor birden. Karşı duramıyorum. Durmakta istemiyorum açıkçası. “ Tanrım seni trene binerken gördüğüm ilk andan beri seviyorum…” diyor. Ne diyeceğimi bilemiyorum. “ Sa..Sanırım b..bende “diyorum. Ve ben ne olduğunu anlamadan öpüşmeye başlıyoruz. Onun vücudundaki sıcaklığı hissedebiliyorum. Elimi ensesine götürüp o kıvırcık saçlarıyla oynuyorum… Ve o kokusunu içime çekiyorum. Oda beni belimden tutup kendine doğru çekiyor. Dokunduğunda içim titriyor. Onun bana dokunmasının hoşuma gittiğini fark ediyorum. Ondan sonra olay yine benim aptallığıma geliyor ve kendimi ondan uzaklaştırıyorum. İlk önce şaşırıyor. Nasıl şaşırmasın ki? Sonra kendini toparlayayıp “ Şey… Ben özür dilerim. Biraz hızlı davrandım ama niyetim…” lafını kesiyorum hemen. “ Önemli değil. Ben sadece uzun bir zamandan beri kimseyle öpüşmedim. Kendimi biraz kötü hissettim ve bu durumu yadırgadım. Ama seni seviyorum , Jared , seni çok seviyorum. “ Bunları nasıl söyledim hiç bilmiyordum. Sarhoş gibiydim. Ellerimi tutup gözlerimin içine bakarak “ Bende seni çok…çok seviyorum Jordane” diyor ve bana sarılıyor. Yine o çekici , güven veren kokusunu içime çekiyorum.
Tren duruyor. “ Ah. Lütfen yolculuğumuzun sonuna ermiş olmayalım.” diyorum. Gülmeye başlıyor. Daha sonra ciddi bir sesle “ Yolculuk bitse ne olucak. Ben seni tekrar bulurum ki. “ diyor. Seviniyorum buna. Çok seviniyorum. “ Seni özleyeceğim ama.” diyorum. Sesim kısılıyor ve titriyor. “ Merak etme ben seni hep görmeye geleceğim.” diyor. Sarılıyorum ona. Son koz kokusunu içime çekiyorum. Beni öptükten sonra bavulunu alıyor. Omzunun üstünden bakarak “ Seni seviyorum.” diyor ve gidiyor. Zaten dolu olan gözlerim iyice kendini bırakıyor. Bavulumu toparlayayıp gecenin soğuna aldırış etmeden Hogwarts’ ın yolunu tutuyorum…